YAŞADIKLARIMDAN ÖĞRENDİĞİM BİR ŞEY VAR
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı, yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Sevgilin bitkin kalmalı öpülmekten
Sen bitkin düşmelisin koklamaktan bir çiçeği
İnsan saatlerce bakabilir gökyüzüne
Denize saatlerce bakabilir, bir kuşa, bir çocuğa
Yaşamak yeryüzünde, onunla karışmaktır
Kopmaz kökler salmaktır oraya
Kucakladın mı sımsıkı kucaklayacaksın arkadaşını
Kavgaya tüm kaslarınla, gövdenle, tutkunla gireceksin
Ve uzandın mı bir kez sımsıcak kumlara
Bir kum tanesi gibi, bir yaprak gibi, bir taş gibi dinleneceksin
İnsan bütün güzel müzikleri dinlemeli alabildiğine
Hem de tüm benliği seslerle, ezgilerle dolarcasına
İnsan balıklama dalmalı içine hayatın
Bir kayadan zümrüt bir denize dalarcasına
Uzak ülkeler çekmeli seni, tanımadığın insanlar
Bütün kitapları okumak, bütün hayatları tanımak arzusuyla yanmalısın
Değişmemelisin hiç bir şeyle bir bardak su içmenin mutluluğunu
Fakat ne kadar sevinç varsa yaşamak özlemiyle dolmalısın
Ve kederi de yaşamalısın, namusluca, bütün benliğinle
Çünkü acılar da, sevinçler gibi olgunlaştırır insanı
Kanın karışmalı hayatın büyük dolaşımına
Dolaşmalı damarlarında hayatın sonsuz taze kanı
Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var:
Yaşadın mı büyük yaşayacaksın, ırmaklara,göğe,bütün evrene karışırcasına
Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır
Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana
Ataol BEHRAMOĞLU
İç Yapı:
(Tema- Söyleyen özne- Söylenilen Varlık- Dilin Mecaz Düzeyleri)
Şiirin konusu yaşamaktır. Yaşamak, mistik, ideolojik, ülküsel anlamlarıyla her zaman şiirin konusudur. Fakat Türk şiirinde “yaşama” nın kendisinin bağımsız bir amaç olarak merkeze alındığı yıllar Garip yıllarıdır. Özellikle o yıllarda “küçük adam”m hayatı çevresinde bütün duyuşların temeli olan bir “yaşama”, şiirin en canlı daman olmuştur. Yaşamanın kendisinin en temel değer olması, onun nasıl yaşanılacağı konusunda tematik bir değer koyar ortaya. Yaşamak ama nasıl? Bu şiirin teması işte budur. Bu şiir, yaşamayı zihinsel süreçlerle veya ideolojik bir gelecek tasavvuru içinde ya da geçici dünyanın imtihanı şeklinde anlamlandıran bir şiir değildir. Bu şiir, yaşamayı bütün varlığın enerjisi ve tadı olarak duyumsayan ve onu Öylece seven Orhan Veli şiiri de değil. Onun şiirindeki gibi alttan alta yaşamayı yücelten, yaşama şehvetini duyan bir özne var kuşkusuz ama bu süredeki özne nasıl yaşanılacağını tarif ederek, bu konuda ilkeler koyarak Orhan Veli şiirindeki özne¬den ayrılır. Şiirin iç kompozisyonu, deneyimlerinden öğrendikleriyle nasıl yaşanılacağını aşkla ve inançla anlatan bir öznenin ilkelerinden meydana gelir.
“Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var” dizesi şiirin temel dizesidir. Söyleyen öznenin söylediklerinin tamamı bu dizede işaret edilen bir deneyimler kümesinden sokmaktadır. Dolayısıyla nasıl yaşanılacağına dair ileri sürülen görüşlerin doğruluğunu, gerçekliğini sağlayan “bilme ve kavrama” alanını oluşturur. Ataol Behramoğlu’nun sosyalist gerçekçi şiirlerindeki önermelerin, idealleştirmelerin ve eleştirilerin sağlamasını yapan ise ideolojik bilinç ve inançtır. Bu şiirde ise kavrayışı sağlayan, o siyasal kesinlik ve keskinlik günlerini de içine alan yaşamalar bütünüdür; diğer bir değişle öğreten ideoloji değil doğrudan hayatın kendisidir. Söyleyen öznenin kendi yaşadıklarını önemsediği açıktır. Otobiyografik bir çıkarsama olan “yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var” dizesi aslında çift eksenli bir bilme tabanı sunar: Birinci taban, öznenin, söyleyerek kendini yeniden kurmasını sağlar; ikinci taban ise hayat içinde kendini yeniden kuran öznenin diğerlerini de bu kavrayışı davet etmesini hazırlar. Özne “bunları yaşayan benim, bu deneyimlerimle özel varlığım” ve “bu özel varlığımla içinde olduğum hayata öneriler sunma hakkına sahibim” demektedir.
Şimdi de öznenin nasıl yaşanılacağına dair ileri sunduğu, önerdiği yaşamaların ve algılamaların niteliklerine bakalım. Burada da kapsayan ve yönlendiren dize “yaşadın mı yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi” dizesidir. Sonra da yoğunluğuna yaşama örnekleri sunulur: “Sevgiliyi öpmekten bir çiçeği koklamaktan yorgun düşmek; saatlerce gök yüzüne, denize, kuşlara bakabilmek; bir dostu sımsıkı kucaklamak, kavga edilecekse bile bütün kaslarla kavgaya girebilmek. Bir taşgibi bir kum tanesi gibi toprağa karışmak. “ Yoğunluğuna yaşamak dokunulan, görülen , düşünülen bütün varlıklarla derinden bütünleşmek anlamını işaret eder kuşkusuz.
“insan ancak hayatın içine balık¬lama dalarsa” onun sürprizlerini, mahremlerini yaşayabilir. Çünkü hesap kitap ya¬parak hayatı yaşamak, çok sığ bir görme alanı oluşturur. “Yoğunluğuna yaşamak”, “uzak ülkeler görme isteğini, bütün hayatları tanıma, bütün kitapları okuma arzusunu” da içerir. Yoğunluğuna yaşamak en küçük varlık ve insan buluşmasını bile bir sevin¬ce dönüştürür; “bir bardak su içmek” sakin ama derin bir mutluluk yaratır. “Yoğunluğuna yaşamak”, sevinci, yaşama enerjisini içerdiği gibi kederi de, acıyı da içerir. Yaşamın gizemli tadına, yaşatıcı şehvetine varmak ancak, bütün varlıklarla, eylemlerle özdeşlemeyle bağlıdır: Öpülmekten bitkin düşen sevgili öpenin içindedir. Bir çiçeği koklamaktan bitkin düşen kişi çiçekle beraber kokunun kendisi olmuştur. Saatlerce bakılan deniz, kuş, gök, artık bakanın gözünün içindedirler. Sımsıkı kucaklanan bir dost, ara bölgeyi kaldırır, insan insanı tamamlar. İnsanın dinlediği her müzik, okuduğu her kitap, insanın çoğalması, birikmesi, sese ve sayfalara dağılması demektir.
“Çünkü ömür dediğimiz şey, hayata sunulmuş bir armağandır / Ve hayat, sunulmuş bir armağandır insana” sözleri ile özne “niçin böyle yaşayalım” sorusunun cevabını verir. Bu cevap aynı zamanda yaşanılanlardan öğrenilenin ne olduğunu da özetler. Hayata kendini yaşayacak ömürler sunulmuştur. Bu armağanı aşkla benimser hayat ve kendini bu armağana katarak insana sunar. Bu aşamadan sonra dizeler arasından bağıntıyı söyle de kurabiliriz:
Dayanak : Yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var
Öğrenilen : Ömür dediğimiz şey hayata sunulmuş bir armağandır
Sonuç : Yaşadın mı yoğunluğuna yaşayacaksın bir şeyi
Kaynak: Prof. Dr. Ramazan GÜLENDAM (Tanzimat’tan Bu Güne Yeni Türk Edebiyatı Şiir Çözümlemeleri)